Salı, Kasım 25, 2008

Benim Köşe Yazarlarım

Düşünüyorum da blogspot'a yasak geldiğinde, haftalarca boşladığım sayfama birşeyler yazmak için tüneller kazmak zorunda kalmıştım. Yasağın eğilim doğurması bir yana, bu bence bir "siz kapatsanız da yazacağım, paylaşacağım yazdıklarımı" tepkisini vermek içindi. Bir süredir yazmadığım için de kendime şu cümleyi kurduğumu fark ettim: "açık günlüğüme birşeyler yazmak için erişime engellenmem mi gerekiyor?" Yanıtım tabi ki hayır. Kendimi birşeyler yazmak zorunda hissetmek de değil aslında olan. Okurken duyduğum keyfi başkalarının da yaşamasını istemek. Çok şey mi?
Bugün takipçisi olduğum açıkgünlükleri okuyunca, arkadaşlarımın ne de güzel şeyler yazdıklarını, paylaştıklarını düşündüm. Keyif alıyorum açıkgünlüğe düşen paylaşımları okumaktan. Her biri sanki olmayan bir gazetenin sevdiğim köşe yazarları.

7. Oda'dan başlıyorum okumaya. Tutku Oyunları filmini anlatıyor yazar. Önerilerine güvendiğim sanal gazetemin kültür sanat köşesinde yer alıyor 7. Oda...

Yazılarındaki bütünlük ve duyarlılıkla, kimi zaman akıp giden yaşamdan yakaladığı enstantaneleri ustalıkla aktaran bir başka köşeye geçiyorum oradan; 28'ini Aşmış Deneyimli Bay, hem de arkadaşım olduğundan keyifle okuyorum yazdıklarını. Bir an önce bir roman çıkarmasını beklediğim bu dostum, tuhaf bir tesadüf eseri bugünün ölüm yıldönümü olduğunu öğrendiği Memet Baydur için güzel bir yazı hazırlamış. Ölmüş bir yazar ne kadar anılabilir? ancak onun anlattığı kadar...

Sayfalarını çevirdikçe kendi seçtiğim diğer köşe yazarlarıyla buluşuyorum. Sırada bu çaresiz ve alçılı günlerimde, benim için elinden gelen herşeyi yapan kardeşime geliyor: Bir Varmış Bir Yokmuş'unu işten çıkıp bana yemek hazırlamak için koşuşturduğundan güncelleyemiyor ne zamandır ama ben yine de yeni birşey yazmış mı diye bir göz atmadan edemiyorum.

O bir seyahat yazarı, O bir kültürel etkinlikler rehberi, O bir bankacı! Sevgili Gülçin'in sayfasına ulaşıyorum sonra. Gaybubetinde Çok Kitap Okudum adlı köşesi, okurken en çok keyif aldığım yazıları barındırıyor. Dilindeki samimiyeti, benzetmelerinin çarpıcılığını, aktarımındaki ironiyi seviyorum... Bir çanta içinde neleri saklar?

Adını sonuna kadar hak eden bir başka köşeye geçiyorum derken... 15 senelik dostumun usuna, UgurunUsu'na yolculuk. Bir insan iç çatışmalarını bu kadar mı okunası döker sözcüklere. Okurken kendimden birşeyler bulmak mı, kurduğu cümlelerin duyurduğu hayranlık mı yoksa yıllardır tanıdığım birinin her daim yeni olabilişine duyduğum şaşkınlık mı bilmem, daha fazlasını istiyorum her okuyuşumda.

Yazdıkları başlı başına bir öykü bence. RSS'min en sonunda, harf sıralaması gereği sevgili Vladimir var. Keşke her derdini paylaşan Vladimir gibi paylaşsa. Son Yemek başlıklı kısa ama yoğunluklu yazısı günüme renk, beynime tat kattı!

Ve diğerleri.. Çoğu benim gibi sık güncellenmeyen sayfalardan oluşan onlarca köşe daha...
Konu gelen SMSlere yanıt vermek, mailleri iletmek ve sayfalara yorum yazmak olduğunda daha bir tembelleşiyorum. Bu nedenlerle pek çok arkadaşımın sayısız taşlamalarına rağmen hoşlanmadığım için çoğu durumda es geçtiğim şeyler oluyor bunlar. Bu yazıyı ise bir zorunluluktan çok, hemen her gün iç dünyamı zenginleştiren yazarlarıma teşekkür etmek için yazdım.. Bu teşekkürlerimi kabul ediniz...

Pazartesi, Kasım 24, 2008

Burada son durum...

Evet uzun zamandır yazı düşmüyorum sayfama, önce gönderi sayfasını açıyor, boşluğa bir süre bakıyor, sonra da "içimden gelmediğini" hissedip kapatıyorum. Çünkü genelde bu sayfaya birşeyler yazmaya oturduğumda klavyemden şikayetler akmaya başlıyor, kendimi dertli ilan ediyorum.
İki hafta önce çalışma odamda bir makale üzerinde çalışıyordum. Bacakbacak üstüne atmıştım ve kucağımda da benim için kedilerin en güzeli uyukluyordu. ayağımın uyuştuğunu fark etmeden, çalan telefona doğru bir hamle yaptığımda kendimi yerde buldum. O gün bu gündür sol ayağım alçıda ve benim zorunlu ev hapsim devam etmekte.
Evde zaman geçirmeyi seven, buna öncelik veren biri olarak bu durum hoş görülebilir. Ama evde olmak demek ayağı kaldırarak yatmaksa, yapacak çok az şey kalıyor; TV seyretmek, kitap okumak, çalışmak...
Sıkıntıdan televizyon izlemeye kalkınca insanın daha da bir canı sıkılıyor. Sevgili Murtahan'ın söylediği bir şey vardı, sonrasında sevgili Yıldırım'ın da aynı cümleyi kurduğunu belirtmeliyim, demişlerdi ki bu ülkede televizyonlar deli istismarı yapıyor! Neden televizyonda fazla görünmediklerine ilişkin soruları yanıtlamak için kurdukları bu cümleleri bire bir deneyimleme fırsatım oldu. Gerçekten de özellikle sabah kuşağında yurdumun tüm delileri resmi bir geçit yapar gibi! Onlardan kurtulma şansınız yok! Aptal Kutusu tabirinin etimolojisini kavramamak mümkün değil.
Okumaya gelince, yine düzinelerce roman, tezim için kitap ve şiir ağırladım bu süre zarfında. Ama bu da bir yere kadar! Yani insan dışarıda birşeyler yaşamadığında, ya da ne bileyim bir yürüyüş bile yapmadığında okumak eskisi kadar zevk vermiyor. Çünkü okumanın doğası sanırım ona özel vakit ayırınca zevk veriyor. Zaman geçsin diye okunmuyor, olmuyor! Olsa bile eskisi kadar keyif vermiyor...
Çalışmak dersek, ayaklar uzatılıp çalışmak enteresan bir duygu. Özellikle öğrencilere denilir ya, uzanarak çalışmayın diye, insanın bedeni çalışma pozisyonunda olmayınca, beyni de olmadık konsantrasyon problemi çıkarıyor. Yine de az yol almadım bu süre zarfında...
Şikayet etmeye meyilli dilimi, kalemimi bir mevlevi dervişin okuduğum bir anısıyla terbiye etmeye çalışımak iyi geliyor bu günlerde, ancak böyle devam edebiliyorum bu zorunlu ev hayatına!
Anı bu ya, hasta bir dervişi doktora götürmüşler. Doktor "şikayetiniz nedir?" diye sorduğunda, "Haşa, bir şikayetim yok" demiş derviş. Yanındaki, doktorun kulağına şu sözcükleri fısıldamış: "Kendisi mevlevidir, şikayet nedir bilmez! Ağrısını sorun siz ona!"

Cumartesi, Kasım 08, 2008

Ümitsiz de yaşanmaz ki...

...işte hepsi bu kadar,
deniz yıldızının hikayesidir hayat!
ne kadar kurtarırsan kâr...

Cumartesi, Kasım 01, 2008

Bizden Sonra Doğanlara*

Sevgili Yıldırım Radikal'deki köşesinde bugün W.Benjamin ile B. Brecht'in dostluğunu anlattığı İki Dost başlıklı yazısını, Brecht'in Bizden Sonra Doğanlara adlı şiirinden iki bölüm yerleştirerek bitirmiş. Güne onun yazısıyla başlamak o kadar güzel ki yazıya burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz.
I
Gerçekten karanlık bir çağdır yaşadığım!
Ahmaktır hilesiz söz. Düz bir alın
Vurdumduymazlığa işaret. Gülen
Kötü haberi almamış henüz.

Nasıl bir çağdır bu,
Ağaçlardan bahsetmenin neredeyse suç sayıldığı
Birçok alçaklığa suskun kalışı içerdiğinden.
Yolu kaygısızca karşı karşıya geçen
Ulaşılmazdır artık herhalde
Zorda kalan arkadaşları için.

Doğrudur: geçimimi sağlamaktayım hâlâ
Fakat inanın: bu sadece bir tesadüftür.
Yaptıklarım
Arasında hiçbir şey hak vermiyor karnımı doyurmaya.
Tesadüfen ayaktayım. ( Şansım ters giderse mahvoldum.)

Diyorlar ki: ye ve iç sen!
Sevin, neyin varsa!
Fakat nasıl yiyip içeyim ki, yediğim
Bir açın ellerinden kaptığım lokmaysa, bir
Susuzun sorduğu bardak suysa içtiğim?
Ve yine de yiyip içiyorum ben!

Ben de bir bilge olmak isterdim.
Yazıyor eski kitaplar bilgelik nedir:
Dünya kavgalarına uzak durmak ve o kısa zamanı
Korkusuz geçirmek
Şiddete başvurmadan hem
Kötülüğe iyilikle karşılık vermek
Düşlerini gerçekleştirmek değil, unutmak
Bilgelik olarak kabul ediliyor.
Tüm bunları yapamıyorum:
Gerçekten karanlık bir çağdır yaşadığım!
II
Battığımız dalgalardan
Yükselecek olan sizler
Zaaflarımızdan söz ederken
Unutmayın
Karanlık çağı da
Sizlerin kurtulmuş olduğu.

Yürüdük ya, pabuçlardan çok ülke değiştirerek
Sınıf savaşlarının ortasında, çaresiz
Haksızlığın olup öfkenin olmadığı yerde.
Biliyoruz halbuki:
Aşağılıklara duyulan nefret de
Bozar şeklini yüzün.
Kısar sesi haksızlık karşısındaki
Öfke de. Ah, güleryüzlülüğe
Ortam hazırlamak istemiş bizler
Güleryüzlü olamadık kendimiz.
Sizler fakat, geldiğinde vakit
İnsan insanın yardımcısı olduğu
Zaman.
Hatırlayın
Hoşgörüyle bizi.