Elim klavyeye varmıyor ne zamandır. Kalem ve "bana gel!" diyen defterlerimleyim sıklıkla. Açık günlüğüm küsmesin diye bir şeyler yazıp çiziyorum ama biliyorum yetmiyor. İşbu nedenle bugün rutinimin biraz dışına çıkayım da hallerimden haber edeyim istedim kısa kısa...
***
Su... suu...
Günlerdir tuhaf su kesintileri yaşanıyor. İzmir'de kimle konuşsam sizin de sular kesik mi diye soruyor. Küresel ısınmaydı, insanın dünyaya uyguladığı katliamdı bunlara değinmeyeceğim söz. Ben biraz daha gündelik bir düzlemden, beni kamu vicdanı olmaya iten bir düzlemden bahsedeceğim ilkin.
28'ini aşmamış deneyimli bay'ın, "Devlet daireleri insanı kanser eder. Bunu ne ilk diyen benim, ne de son diyen ben olacağım." diye başlayan yazısını okuduğumda, "bugün vatandaşı kanser etme günü mü?" diye düşünmeden edemedim. O bir devlet dairesinde yaşadıklarını anlatıyordu. Bense o malum kanserin bir bulaşma yolunu daha keşfettim bugün: telefon!
Haftasonuna kadar adına "çöl sıcağı" denen bir hava muhalefeti süre giderken, İzsu'nun hiçbir bilgilendirme, duyuru vb. yapmaksızın su kesintisine gidişini anlamak mümkün değil. Anlamanız için epey bir çaba harcamanız gerekiyor. Önce su arıza hattını arıyorsunuz. 8-10 meşgul tonu veren denemeden sonra karşınıza çıkan kişi sizi yarım kulak dinleyip, konuyla ilgilenen başka bir telefonu aramanızı söylüyor. Bu telefon zinciri 3-4 numara kadar sürüyor. Ne hikmetse hiçkimse bilgi veremiyor, vatandaşın bilgi edinme hakkıyla birlikte sabrı da sömürülüyor. Aradığınız herkes "ben sadece işciyim, yetkili değilim" diyor. O an İzsu'da işciler telefona bakarken yetkililer ne yapıyor merak etmiyor değilim. Hatta ellerinde kazma kürek çalışıyor olmalılar diye düşünüp kendimce ironi yapmaya bile vakit buluyorum, yetkili birini bulmaya çalışan otomatik santral iğrenç tonda müzikler çalarken... Ankara Büyükşehir Belediye Başkanının Ankara'yı ve sorunlarını bırakıp İzsu'yla olan laf dalaşını anımsıyorum. O an İzsu'daki yetkililerin de İzmir'i ve su sıkıntısını unutup Tunceli'nin Çemişkezek kırsalındaki suyun arsenilki olup olmadıklarını araştırmaya gittiklerini düşünüyorum... Herkesin her fırsatta yetkili kesildiği bu ülkede, yetkililerin de her fırsatta ilgisiz kalma aymazlığındaki tutarlılıklarını hayretle izliyorum. Derdimi anlatacağım, sorularıma yanıt bulacağım bir yetkiliyle konuşamadan, telefon faturamı kabartmakla kalıyorum. Bana telefondan bulaşan kanser de cabası!
***
Sayfayı, beni bile bezdiren yakınmalarımla (ki bu ülkede yaşayıp yakınmamak için meditasyona başlamalıyım yeniden) doldurmamak için bir de okuduğum ve bende hayranlık duygusu yaratan bir ropörtajdan bahsetmek isterim:
Güler... Ara Güler...
Akşam üzeri Özlem uzattı kestiği gazete yaprağını; "oku bak" dedi, "çok etkilendim!" Etkilenmemek mümkün değildi. Ara Güler'le yapılmış bir söyleyşiydi. Daha doğrusu, ilk gençliğimin anket defterlerinden anımsadığım "Marcel Proust Testi" yapılmış bu büyük ustaya. Link vermek için araştırma yaptım ama bulamadım. Büyük yığının sabun köpüğü şeylerle uğraştığı bir coğrafyada, 80 yıllık bir ömrün, "işte yaşanmış dolu bir hayat" dedirtecek türden değerli kılınmış izlerini gördüm. Afrodisias'ı, Nuh'un Gemisinin izlerini ve daha ne güzellikleri keşfettiğini öğrendim. Kendi de "Kültür Bakanlığı heykelimi dikmeli" demiş ankette, hınzırca bir ifadeyle. "Aman usta" dedim içimden , "orası da bir devlet dairesi!"... Usta olmanın, sanatçı olmanın ötesinde, insan olmanın hatta yaşamı anlamlı kılmanın başarılabilirliğine güzel bir örnekti. Nefes almamı, sağlıklı hissetmemi sağladı!
***
İşte böyle... Bir çalışmasındaki kuşlar gibi uçuşsun sıkıntılar! Evet, adamı kanser edecek çok şey var doğru, ama iyileştirecek şeyler de var... Hala var... İyi ki var!