Saçlarımı bırakıyorum lavabona, yatağına, yastığına... terinle yapışmış bir tanesi omzunla boynunun kesiştiği kıvrımda. ”Kaçırılmış, geç kalınmış bir uçakla başlayan şey, öne alınmış erken bir uçakla bitmesin” derken dalgalanan boynunda! Göz yaşlarımı bırakıyorum avucuna, göğsüne yattığımda tenine yağdırdığım göz yaşlarımı bırakıyorum sana. Nefesini, atışı varlığının en büyük kanıtı olan kalp sesini dinlerken, gidecek olmanın yaşını bırakıyorum tişörtüne. Buharlaşıp kuruyacak daha ben gitmeden! Taze anılar bırakıyorum sana. Kokusu beynimize kıvrılan yeni anılar. Ve güzel güneşli günler bırakıyorum ardımda. Mutluluğu yansıtmanın çok yakışacağı çakmak gözlerine...
Bitmeye başlayalı çok olmadı. Görmüş, beğenmiş, sevişmiştik. O gün uçağı kaçırdın. Belki sadece bir günlük sevgi kıvılcımının parlayıp, bizi tutuşturmaya yetmesinin tek sebebiydi bu, uçağı kaçırman. Kim bilir kaçmasaydı uçağın ve kalmasaydın bende, sevişmeseydik hiç sevişmemiş gibi ömrümüzde, bitmeye başlamazdık, çoktan unutmuş olurduk belki de.
Sonra acımasızca saldıran yalnızlığımıza karşı ittifak oluşturduk. Güçlenmeye ihtiyacımız vardı, ayakta kalmaya, yalnızlığa dayanabilmek için bir süre daha. Çıkıp geldim peşinden. Çağır istedim. Gel de istedim, dedin sende. Biteceğini, bitmesi gerektiğini biliyorduk. Hatta pek de gizli olmayan bir övünç duyuyorduk ezberletilmiş sevgilerin dışına taşabilmenin, biteceğini bilmenin yaralamasına izin vermeyişine. Sonsuzluk işaretinin kesişim noktasıydık biz sadece. Sen beni şimdiki zamana bağlıyordun. Geleceğin ne olacağı umurumuzda bile değildi. Ben hazırdım sonsuzluğun sonunda damarlarıma verilecek acıya.
Şimdi yavaş yavaş geliyorum kendime. Dün gece verilmeye başlandı zehir damarlarıma. Acı eşiği aşıldığından sadece çenemi kasıyorum. Artık sıkı değil yumruklarım, direnmiyorum. Sonsuzluk bitiyor. Ayrılıp kesişim noktamızdan, hızla devineceğiz ters istikametlere.
Ben çelindim. Çalındım bir rüyanın, insanların sevgi kalıplarının birine itildim, birşey yapmamanın güçlüğünde. Tam kaybediyordum ki kendimi o ezberin içinde, tutup çıkardın beni, ana çektin yine... İnişe geçmeye henüz başlamış olan bir su kuşu gibiydim, sanki kırıldı kanadım ve çakıldım yere! Sonsuzluğun bitecek olduğunun gerçekliğine! Konuşamıyor, inliyordum ama duymuyordun beni, O an sessizliğimden korkuyordun! Bir rüyanın en güzel yerinde uyandırılmış gibi oldum. Bir rivayete göre insan beyninin kaldığı yerden devam edebilmesi için uyanınca iki soruya yanıt bulması gerekirmiş: “Burası neresi ve saat kaç?” Sonsuzluğun sonunda ve sensizliğe üç kala buldum kendimi. Üstelik bunun beni bu denli sarsacağından senin de benim de haberimiz yoktu ve işte bu yüzden yaptığın suç değildi.
Üç gün daha vardı beraber yaşayacağımız. Bense büyüyü yitirmiş, yapmam gerekenlerin hafifliğiyle savrulup gidivermeye başlamıştım bile kendi yönüme. Ruhum beklemedi beni, bu yüzden sarılmana karşılık veremedim dün gece! Görüş gününde bir mahküm ne hisseder? Mutlu mu olur sevdiklerini gördüğü için, yoksa ayrılacağı için çektiği acı daha mı ağır basar? Kalbimin, dikenli tellerle korunan yüksek duvarlarındaki megafonlarından gelen ses uyutmadı beni. Rüya bitti diyordu. Simulatif bir biçimde yeniden yükselmeye başlıyordu duvarlar ve tutmak istediğim elin silikleşiyordu. Mola bitti. Geri dönüyoruz! Bu sözler, itaatimi mecbur kılan efendime aitti. Arayıp bugüne kaydırdım biletimi.
Böyle olsun istemezdim. Kurallara sokamadığımız, sokmayı da denemediğimiz ilişkimize böyle bir sonu layık görmedim ama oldu bir kere. Belki bir gün yine bir şekilde, bir flaş patlaması kadar süren koca bir zaman diliminde yine geleceğiz göz göze. Ama şimdi gitmeliyim zira emir büyük yerden!
Sana saçlarımı bırakıyorum, göz yaşlarımı bırakıyorum. Kapının üzerine, “ilacını içmeyi unutma” yazılı bir not, ayakkabılığa bir bardak su bırakıyorum. En derin yerinden kalbimin, en derin yerine kalbinin, sevgimi bırakıyorum! Öyle çok seviyorum ki seni, işte o yüzden gidiyorum!
Bitmeye başlayalı çok olmadı. Görmüş, beğenmiş, sevişmiştik. O gün uçağı kaçırdın. Belki sadece bir günlük sevgi kıvılcımının parlayıp, bizi tutuşturmaya yetmesinin tek sebebiydi bu, uçağı kaçırman. Kim bilir kaçmasaydı uçağın ve kalmasaydın bende, sevişmeseydik hiç sevişmemiş gibi ömrümüzde, bitmeye başlamazdık, çoktan unutmuş olurduk belki de.
Sonra acımasızca saldıran yalnızlığımıza karşı ittifak oluşturduk. Güçlenmeye ihtiyacımız vardı, ayakta kalmaya, yalnızlığa dayanabilmek için bir süre daha. Çıkıp geldim peşinden. Çağır istedim. Gel de istedim, dedin sende. Biteceğini, bitmesi gerektiğini biliyorduk. Hatta pek de gizli olmayan bir övünç duyuyorduk ezberletilmiş sevgilerin dışına taşabilmenin, biteceğini bilmenin yaralamasına izin vermeyişine. Sonsuzluk işaretinin kesişim noktasıydık biz sadece. Sen beni şimdiki zamana bağlıyordun. Geleceğin ne olacağı umurumuzda bile değildi. Ben hazırdım sonsuzluğun sonunda damarlarıma verilecek acıya.
Şimdi yavaş yavaş geliyorum kendime. Dün gece verilmeye başlandı zehir damarlarıma. Acı eşiği aşıldığından sadece çenemi kasıyorum. Artık sıkı değil yumruklarım, direnmiyorum. Sonsuzluk bitiyor. Ayrılıp kesişim noktamızdan, hızla devineceğiz ters istikametlere.
Ben çelindim. Çalındım bir rüyanın, insanların sevgi kalıplarının birine itildim, birşey yapmamanın güçlüğünde. Tam kaybediyordum ki kendimi o ezberin içinde, tutup çıkardın beni, ana çektin yine... İnişe geçmeye henüz başlamış olan bir su kuşu gibiydim, sanki kırıldı kanadım ve çakıldım yere! Sonsuzluğun bitecek olduğunun gerçekliğine! Konuşamıyor, inliyordum ama duymuyordun beni, O an sessizliğimden korkuyordun! Bir rüyanın en güzel yerinde uyandırılmış gibi oldum. Bir rivayete göre insan beyninin kaldığı yerden devam edebilmesi için uyanınca iki soruya yanıt bulması gerekirmiş: “Burası neresi ve saat kaç?” Sonsuzluğun sonunda ve sensizliğe üç kala buldum kendimi. Üstelik bunun beni bu denli sarsacağından senin de benim de haberimiz yoktu ve işte bu yüzden yaptığın suç değildi.
Üç gün daha vardı beraber yaşayacağımız. Bense büyüyü yitirmiş, yapmam gerekenlerin hafifliğiyle savrulup gidivermeye başlamıştım bile kendi yönüme. Ruhum beklemedi beni, bu yüzden sarılmana karşılık veremedim dün gece! Görüş gününde bir mahküm ne hisseder? Mutlu mu olur sevdiklerini gördüğü için, yoksa ayrılacağı için çektiği acı daha mı ağır basar? Kalbimin, dikenli tellerle korunan yüksek duvarlarındaki megafonlarından gelen ses uyutmadı beni. Rüya bitti diyordu. Simulatif bir biçimde yeniden yükselmeye başlıyordu duvarlar ve tutmak istediğim elin silikleşiyordu. Mola bitti. Geri dönüyoruz! Bu sözler, itaatimi mecbur kılan efendime aitti. Arayıp bugüne kaydırdım biletimi.
Böyle olsun istemezdim. Kurallara sokamadığımız, sokmayı da denemediğimiz ilişkimize böyle bir sonu layık görmedim ama oldu bir kere. Belki bir gün yine bir şekilde, bir flaş patlaması kadar süren koca bir zaman diliminde yine geleceğiz göz göze. Ama şimdi gitmeliyim zira emir büyük yerden!
Sana saçlarımı bırakıyorum, göz yaşlarımı bırakıyorum. Kapının üzerine, “ilacını içmeyi unutma” yazılı bir not, ayakkabılığa bir bardak su bırakıyorum. En derin yerinden kalbimin, en derin yerine kalbinin, sevgimi bırakıyorum! Öyle çok seviyorum ki seni, işte o yüzden gidiyorum!