Televizyonun tam karşısında, yumuşacık kanepeye gömülmüş, sarı battaniyesine sarmalanmış olarak “Büyük Kedilerin Günlüğü” adlı belgeseli izliyordu. Afrika’nın, sadece yılın belli zamanlarında yağış alan iç bölgelerinden birinde çekilmişti. Altı üyeden oluşan bir aslan topluluğunun yaşamını konu alıyordu. Ne tuhaf bir denge, diye düşündü. Yeryüzündeki, insan dışında tüm canlılar kendilerince bir dengeye sahipti. İnsan hariç, diye yineledi kendine. Ne dengesiz bir varoluş bu!
Ara ara gözleri kayıyor, içi geçiyordu. Oldu olası günün bu saatinde belgesel izlerken uyuyakalmayı severdi. Bunu çok sık yapma fırsatı bulamasa da, bugün izinli olduğu için battaniyesini kaptığı gibi kanepeye yerleşmişti. Hafif uykusundan uyandıran o iki şey olmasa, ne iyi gelecekti bu minik şekerlemeler ona; Biri, reklam girdiğinde televizyonun sesinin kediniliğinden artması, diğeri de sancı girdiğinde karnının kasılmasıydı.
Sabah da böyle uyanmıştı. Karnına giren sancılar, dizlerini karnına çekerek kıvranmasını gerektirecek kadar şiddetliydi. İshal olmuştu. Neyse ki artık sabahki kadar sık girmiyordu sancılar. İçtiği ilaçlar ve güçlükle içebildiği kahve-limon karışımının sayesindeydi bu. Arayıp işyerini gelemeyeceğini söyledi. Durumdan pek de hoşnut olmadığı, ses tonundan anlaşılan patronu, bugün işe gitmeyecek olmasını yarım ağız bir geçmiş olsun cümlesiyle kabullenmişti.
Sancılar nedeniyle canı çok acısa da evde olacağı için seviniyordu bir yandan da. Geçen sene geçirdiği apandisit amelyatından sonra bir arkadaşının getirdiği, salon bitkisini daha bir yeşil gösteren güneş ışığını görmeyi seviyordu. Ev işleri ve alışverişle, kısacası koşuşturmayla geçen hafta sonlarında tadını çıkaramadığı bir aydınlık vardı evinde. İşgünleri sabahın erken saatlerinde çıkıp, gün batımından sonra eve vardığı için, ya resmi tatil günlerinde ya da hasta olduğunda yaşayabiliyordu bu duyguyu. Evde zaman geçirmeyi seven bir insan olarak zulüm geliyordu çalışmak bazı zamanlarda.
Durumunu merak ettiği için arayan iş arkadaşının dışında, kimse aramadı onu. İşte olduğunu bildikleri için, bu saatte kimse onu evden aramazdı. Buna karşın cep telefonu, kampanyalarını duyuran bankaların kısa mesajlarlarıyla sık sık rahatsız ediyordu. Haftasonunda yapacağı 75 YTL ve üzeri alışverişe ekstra puan kazanacağını belirten üçüncü mesajı okuduktan sonra, sinirlenerek kapatmış telefonunu.
Hiçbirşey yapmak gelmiyordu içinden. İlaç içebilmesi için birşeyler yemesi gerektiği konusunda kendini ikna etmeyi başarmasının ardından, besleyici olmayan birşeyler atıştırmış, sonra da kanepedeki yerini almıştı. Yorulmak istemiyordu. Hiçbir şey yapmaya değmeyeceğini düşünüyordu. Kanepeyi, yer yer yalayan güneş ışığıyla paylaşmak dışında hiçbirşey yapmak istemiyordu.
Yattığı yerde, bir yandan belgesele boş gözlerle bakıyor, bir yandan da gelecek hafta gireceği kırk yaşını düşünüyordu. Ne çabuk geçti, dedi kendi kendine. Hemen sonra, huzurevinde kalan babaannesini ziyaret ettiği on sene öncenin kışını hatırladı. Bu onun babaannesini son ziyaret edişiydi.
Güneşli, açık, dolayısıyla aldatıcı bir kış sabahıydı. Pazar günü erken bir saatte kalkarak, babaannesinin çok sevdiği un kurabiyelerinden yapmış, öğlen olmadan huzurevine gitmek için yola çıkmıştı. Şehrin hemen çıkışında, sırtını ormana dayamış, irili ufaklı bina komplekslerinden ibaret huzurevine vardığında, buranın adıyla müsemma olduğunu düşünmüştü. Arabasını, sadece iki- üç aracın bulunduğu büyük park yerinde bıraktıktan sonra, yılın bu mevsiminde bile bakımı yapılan bahçeden geçerek babaannesinin kaldığu binaya doğru yürürken, insanı kendine getiren sert havayı bir kaç kez derin derin içine çekmişti.
Babaannesi onu gördüğüne çok sevinmişti. Daha sık gelemediği için özür dileyerek sarılmıştı ona. Un kurabiyelerini yerlerken, oradan buradan, bazı tanıdıklardan ve onun bir süre önce biten evliliğinden konuştular. Yazık çok erken karar verdiniz, demişti babaannesi. Bizim zamanımızda bu tür sorunlar ayrılma nedeni sayılmazdı ama tabi artık zaman değişti. Herşey çok değişti, diye devam etmişti. Derken konu yaz sonunda gireceği otuz yaşına gelmişti.
Hiçbirşey anlamadım babaanne, öyle çabuk geçti ki, yirmi ikiden sonrasını hatırlamıyorum bile, diye yakındı. Bu cümleyi, yaşıtı bir arkadaşına değil de atmış sekiz yaşındaki babaannesine söylediğini fark edince, takılma gereksinimi duyarak ekledi: Bu kadar çabuk geçeceği konusunda beni uyarmalıydın.
Beklemediği bir yanıt geldi takma dişlerinin arasından babaannenin: İyi o zaman, sonradan bana kızmaman için uyarıyorum seni, otuzdan sonrası da öyle çabuk geçecek, ona göre yaşa!
Babaannesini kaybettikten birkaç hafta sonra girdiği otuzuncu yaşında, iş yerinden bir arkadaşı aramıştı onu sadece.
Bir antilopun, canını vermesi için boğazından sıkarak sabırla bekliyordu erkek aslan. Karnını iyice doyurana kadar yaklaşmadı diğer aile üyeleri. Babaannem haklıymış, diye geçirdi içinden. Yine çabuk geçti...
Bir hafta sonra iş yerinde küçük bir kutlama yaptılar. Bakkallarda satılan kendinden kremalı hazır bir kekin üzerindeki dört mumu üfleyerek girdi kırk yaşına. Cep telefonuna, doğum gününü kutlayan bir de mesaj gelmişti. Göndericisi banka olan...